{"title":"Pazarlamacılık Sözleşmesinde Pazarlamacının Borçları","authors":"Derviş Koç","doi":"10.54704/akdhfd.1492235","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1492235","url":null,"abstract":"Ticari işletme faaliyetlerini işletme merkezinin dışındaki bölgelere de ulaştırmak ve işletmesinin müşteri çevresini genişletmek isteyen tacir, bu bölgelerde şubeler açabileceği gibi tacir yardımcılarından da istifade edebilmektedir. Şube açmanın maliyetleri ve riskleri göz önüne alındığında, özellikle iş yoğunluğunun az olduğu bölgelerde tacir yardımcıları görevlendirmek tacir açısından her zaman daha elverişli bir seçenek olmuştur. İşletme dışındaki bölgelerde yürütülecek ticari faaliyetlerin özellikle ürün veya hizmetlerin pazarlanması ve satışı gibi sınırlı iş ve işlemlerden ibaret olması halinde ise bu yardımcılardan, tacire bağlı olarak ve onun emir ve talimatları doğrultusunda hareket eden pazarlamacılar görevlendirilmesi, uygulamada en sık görülen yöntemdir. Özellikle ilaç, kozmetik, küçük ev aletleri ve oto yedek parça gibi sektörlerde faaliyet gösteren işletmeler, işletme merkezinin dışındaki farklı bölgelere bir veya birden fazla pazarlamacı göndererek ürün ve hizmetlerin satışını sağlamaktadır. Bu hususu dikkate alan Kanun koyucu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda pazarlamacının iş sözleşmesini teşkil eden pazarlamacılık sözleşmesini, bir hizmet sözleşmesi türü olarak ayrıca ve detaylı olarak düzenlememiştir. Söz konusu düzenleme kapsamında evvela pazarlamacılık sözleşmesinin tanımı yapılmış, sonraki hükümlerde ise işçi konumundaki pazarlamacının yükümlülükleri ve yetkileriyle işveren konumundaki tacirin bu sözleşme kapsamındaki özel yükümlülükleri hüküm altına alınmıştır. c Bu çalışmada, öncelikle ticaret hayatındaki yaygınlığı sebebiyle önemli gördüğümüz pazarlamacılık sözleşmesiyle ilgili genel hususlar, ardından da bu sözleşme kapsamında pazarlamacının üstlendiği borçlar incelenmektedir.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"2 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-02","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141684304","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"YURTDIŞINDA YAPILAN İNŞAAT, ONARIM, MONTAJ İŞLERİ İLE TEKNİK HİZMET FAALİYETLERİ İSTİSNASI DÜZENLEMELERİNİN VERGİLERİN KANUNİLİĞİ İLKESİ IŞIĞINDA DEĞERLENDİRİLMESİ","authors":"Esra Demir Belin","doi":"10.54704/akdhfd.1483888","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1483888","url":null,"abstract":"Kamu giderlerinin finansmanının sağlanması amacı ile bireylerin hak ve özgürlük alanı arasında bulunan ince çizginin vergilendirme yetkisi vasıtasıyla aşılmasının kolaylığı, bireylerin yönetim erki karşısında korunması için birtakım önlemlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Vergilerin kanuniliği ilkesi, tarihsel gelişimi bakımından önemli mücadeleler sonunda ortaya çıkan ve son halini alan, farklı ülkelerde anayasacılık hareketlerini yakından etkileyen önemli bir vergilendirme ilkesi teşkil etmektedir. \u0000Türkiye’de de anayasal vergilendirme ilkeleri arasında yer alan vergilerin kanuniliği ilkesinin beraberinde getirdiği ya da desteklediği birçok vergilendirme ilkesi bulunmaktadır. Bunlardan biri olan vergi hukukunda kıyas yasağı, vergi yasasında yer alan bir kuralın, nitelikleri buna benzeyen ama yasada düzenlenmemiş başka bir olaya uygulanmasının mümkün olmamasını ifade etmektedir. Vergi hukukunda düzenleme yapılmamış bir alanın kıyas yoluyla doldurulması, Anayasa ile yalnızca yasama erkine verilen vergilendirme yetkisinin aşılması ve dolayısıyla da fonksiyon gaspı anlamına geleceğinden vergi idaresi ya da vergi yargısının kıyasa varacak yorumlama faaliyeti gerçekleştirmekten kaçınması gerekmektedir. Ancak uygulamada vergi idaresi, gerek yönetmelik ve genel tebliğ gibi düzenleyici işlemlerinde gerekse de bu düzenleyici işlemlere dayanarak gerçekleştirdiği birel vergilendirme işlemlerinde sıklıkla vergi kanunlarını değiştirici mahiyette hareket etmektedir. \u0000Bu çalışmada vergilerin kanuniliği ilkesi, özellikle vergi idaresinin düzenleyici işlemleri üzerindeki etkisi bakımından ele alınacaktır. Vergilerin kanuniliği ve ilgili diğer ilkelere ilişkin açıklamaların ardından Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5’inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde yer alan yurt dışında yapılan inşaat, onarım, montaj işleri ile teknik hizmetlere yönelik istisna uygulamasına kısaca değinilecektir. Sonrasında da ilgili istisna hükmüne ilişkin 1 Seri No.’lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği açıklamaları ele alınacaktır. Devamında Genel Tebliğ’de yer alan düzenlemeler vergilerin kanuniliği ilkesi ve kıyas yasağı bağlamında değerlendirilecektir.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":" 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141366571","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"İptal Davalarında Kişisel Menfaat Unsuru Açısından Barolar Üzerine Bir Değerlendirme","authors":"İpek Nur Gümüşay","doi":"10.54704/akdhfd.1458088","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1458088","url":null,"abstract":"Bu çalışmada, idari yargıya ve iptal davasına özgü menfaat ihlali koşulunun kişisellik unsuru barolar nezdinde ele alınmıştır. Kişisel menfaat unsuru, dava açacak kişinin dava konusu edilecek idari işlemden etkilenme oranını ve bunun dava açmaya yeterli olup olmadığını tespit etmek amacıyla ortaya konulmuştur. Kişilerin kendilerini doğrudan etkileyen işlemlere karşı dava açmasında kişisel menfaat unsuru yönünden sorun bulunmazken, dolaylı yoldan etkilendiği veya işlemle arasında maddi veya manevi ilişki bulunduğu durumlarda kişisel menfaatinin ihlal edilip edilmediği tartışmalıdır. İptal davasını kimlerin açabileceği noktasında önem arz eden kişisel menfaat unsurunu açık ve net bir şekilde belirlemek mümkün değildir. Menfaat kavramının kesin bir çerçevesini çizmek mümkün olmasa da bu çerçevenin olabildiğince idari işlemleri yargı denetiminden yoksun bırakmayacak şekilde belirlenmesi önemlidir. Kişisel menfaat unsuruna kesin bir çerçeve çizmemek, somut olayın özelliğine göre karar vermek daha adil kararlar verilmesini sağlayabilecektir. Bu nedenle çeşitli menfaat grupları çerçevesinde inceleme yapılmaktadır. Bu çalışmada menfaat gruplarından biri olan baroların, iptal davasındaki rolü ve görev tanımının geçirdiği değişiklik sürecinin doktrinde ve yargısal içtihatlarda ortaya çıkan kişisel menfaat unsuruna etkisi üzerinde durulmuştur. Barolara hukukun üstünlüğü ve insan haklarını koruma görevi verilmesi başta Danıştay kararlarının seyrini önemli ölçüde etkilemiştir. Ancak zamanla baroların kişisel menfaat ihlali avukatlık mesleğiyle sınırlı olarak değerlendirilmeye başlamıştır. Yargısal içtihatlarda baroların menfaat ihlaliyle ilgili kimi zaman genişletici kimi zaman daraltıcı yorumlamaya gidilmesinin nedenleri ve ortaya çıkaracağı sonuçları iptal davasının amacı çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bu çerçevede baroların kişisel menfaatlerinin ihlal edilip edilmediği; baroların doğrudan tüzel kişiliğini ilgilendiren işlemler, üyelerinin ortak menfaatini ilgilendiren işlemler ve baroların tüzel kişiliğini ve üyelerinin ortak menfaatini doğrudan ilgilendirmeyen işlemler olarak üç alt kategoriye ayrılarak incelenmiştir.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"40 41","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141270256","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"İHALENİN FESHİ TALEPLERİNDE HUKUKÎ YARAR","authors":"Bünyamin Kartal","doi":"10.54704/akdhfd.1465026","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1465026","url":null,"abstract":"Mahkemeden hukukî koruma talebinde bulunan kimsenin hukukî koruma istemekte bir menfaati bulunmalıdır. Hukukî yarar olarak ifade edilen bu menfaat, ihalenin feshi talepleri için de geçerlidir. Buna rağmen kanun koyucu İİK m. 134/11’de ihalenin feshi talebinde bulunan kimsenin hukukî yararını ispat etmesi gerekliliğini ayrıca düzenlemiştir. İİK m. 134/2, ihalenin feshini talep edebilecek kimseleri sınırlı olarak saymıştır. Bir kimsenin ihalenin feshini isteyebilecek kimselerden olması her durumda ihalenin feshini istemekte hukukî yararı olduğu anlamına gelmemektedir. Genellikle ihalenin feshini isteme yetkisi ile hukukî yarar meselesi birbiri ile karıştırılmaktadır. İhalenin feshi taleplerinde hukukî yarar, Kanunda sınırlı olarak sayılan ilgililer ve her ihalenin feshi sebebi için somut olayın koşulları dikkate alınarak ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Bu doğrultuda çalışmamızda menfaatin zarar görmesinden ne anlaşılması gerektiği, karşılaştırmalı hukukta ihalenin feshi taleplerinde hukukî yarar şartı ve Türk hukukunda kimler için hangi koşullarda ihalenin feshini istemekte hukukî yarar bulunduğu ve Yargıtay’ın 07.11.2023 tarihli içtihat değişikliği incelenmiştir.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"65 38","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-22","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141110385","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"BİR KIYMETLİ EVRAK TÜRÜ OLARAK SUKUKUN SÜRDÜRÜLEBİLİR HEDEFLER İÇİN KULLANILMASI: YEŞİL SUKUK ÜZERİNE BİR ANALİZ","authors":"Meltem Karatepe Kaya","doi":"10.54704/akdhfd.1441899","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1441899","url":null,"abstract":"Son yıllarda sürdürülebilir bir dünya hedefinin önem kazanmasıyla birlikte bankacılıkta da bu hedefe uygun yatırım araçları ortaya çıkmıştır. Yeşil sukuk bankacılık alanında ortaya çıkan ve yeşil projelere katkı sağlamayı amaçlayan önemli faizsiz yatırım araçlarından biridir. 2017 yılında Malezya merkezli bir yenilenebilir enerji şirketi olan Tadau Energy’nin dünyanın ilk yeşil sukukunu ihraç etmesiyle birlikte faizsiz bir yatırım aracı olan yeşil sukuk piyasalarda yerini almıştır. Bu makalede, yeşil sukuk gibi faizsiz finansal araçların ülkelerin sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmasında nasıl bir rol oynadığı ve bu çabaları nasıl desteklediği incelenmektedir. Makalede öncelikle sukukun Türk kıymetli evrak hukukundaki ve bankacılıktaki yeri incelenmektedir. Devamında yeşil sukuka ilişkin detaylı bilgi verilerek yeşil projelere yatırım yapmak için tercih edilen yeşil sukukun çevre dostu projelerin finansmanında nasıl kullanılabileceği ve sürdürülebilirlik ilkesiyle uyumlu olarak nasıl faaliyet gösterebileceği değerlendirilmektedir. Bu kapsamda yeşil sukuk ihracına ilişkin karşılaşılan zorluklar da çalışmada ele alınmaktadır. Son olarak, yeşil sukukun ülkemiz ve dünya piyasaları için önemi ve potansiyeli üzerinde durulmakta ve sürdürülebilir yatırımlara olan ilginin artmasıyla birlikte yapılan analizlerin literatüre katkı sağlaması amaçlanmaktadır.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"48 11","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-22","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141112698","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"ALMAN HUKUKU İLE KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İFLÂS İDARE MEMURUNUN SEÇİMİ VE GÖREVLENDİRİLMESİ","authors":"Ramazan Korkmaz","doi":"10.54704/akdhfd.1443290","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1443290","url":null,"abstract":"Ekonomik ve politik gelişmeler ticaret hayatını doğrudan etkilemektedir. Küresel ve bölgesel ölçekte ortaya çıkan belirsizlikler ve ekonomik bozulmalar nedeniyle bazen gerçek veya tüzel kişilerin nakit akışında sıkıntı ortaya çıkıp borçlarını kendi rızalarıyla ödeyemedikleri durumlar yaşanabilir. Bilhassa ticaret şirketleri özelinde karşımıza çıkan ve borçların ödenmemesi nedeniyle ticarî ve ekonomik düzeni etkileyebilen bu durum, icra takipleri yanında, son zamanlarda çokça uygulamasına şahit olduğumuz ve ilerleyen süreçte de fazlasıyla karşılaşacağımız iflâs takiplerine veya doğrudan iflâs davalarına sebebiyet vermektedir. Borçlunun mal varlığının bir kül halinde tasfiyesini amaçlayan iflâs hukuku, modern anlayışta her ne kadar borçlunun hukukî varlığının devamlılığının sağlanmasını amaç edinse de klasik iflâs hukuku tasfiyesinde borçlu, müflis sıfatını kazanmakta ve borçlunun parayla ölçülebilir nitelikteki mal varlığı değerleri, iflâsın açılması ile birlikte müflisin tasarruf alanından çıkıp iflâs masasına dahil olmaktadır. Müflisin alacaklılarının eşit oranda tatmin edilmesini sağlayan bu sistemde, masaya dahil olan mal varlığı değerlerinin yönetimi ve tasfiye süreci boyunca işletilmesi amacıyla iflâs idaresi teşekkül etmekte, bu idareye üye adayı seçimlerini alacaklılar toplantısı yapsa da iflâs idare memuru görevlendirmesini icra mahkemesi yapmaktadır. Tasfiyenin başarılı bir şekilde ilerlemesi ve sonuçlandırılması açısından bu idareye seçilecek olan iflâs idare memurlarının belirlenmesi “iflâs tasfiyesinin kaderini belirler” nitelikte önemlidir. Zira müflisin tasarruf yetkisini ortadan kaldırıp masanın temsilcisi konumundaki iflâs idaresine vererek alanında uzman olmayan iflâs idare memurları eliyle tasfiyenin ipi çekilebilir. İşte bu mahzurlu sonucun ortaya çıkmaması adına iflâs idare memurlarının bilhassa somut olaya uygun olarak, tecrübeli, alana hâkim ve iflâs tasfiye sürecini hukukî ve malî açıdan bilen kişilerden seçilmesi önemlidir. Fakat yapılacak seçimde, adı geçen bu kriterler kadar saydamlık ve bağımsızlık da bir o kadar dikkate şayandır. Bu çalışmada, iflâs tasfiyesinin başarılı bir şekilde yürütülerek alacaklılar arası eşitlik prensibine uygun bir dağıtımın yapılıp başarıyla sürecin yönetilmesi ve sonlandırılması bakımından önem arz eden iflâs idare memurluğu müessesesi, iflâs idare memurunun görevleri, seçimi ve görevlendirilmesi açısından ele alınmıştır. Çalışmada özellikle iflâs idare memurlarının seçimi konusunda getirilen yeni bir düzenleme olan yönetmelik hükümlerine yer verilmiştir.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"10 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-20","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141119591","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"ARABULUCULUKTA TARAFLARIN ANLAŞMASINA RAĞMEN ANLAŞMA BELGESİ DÜZENLENMEMESİ","authors":"Mesut Köksoy","doi":"10.54704/akdhfd.1453309","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1453309","url":null,"abstract":"Arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi üzerine, arabulucu tarafından bir son tutanak düzenlenir. Arabuluculuk son tutanağı, anlaşma, anlaşamama veya arabuluculuk sürecinin hangi şekilde sona erdiğini gösteren ve arabulucu tarafından düzenlenmesi zorunlu olan bir belgedir. Bunun dışında, arabuluculuk süreci sonunda taraflar uyuşmazlık konusu üzerinde anlaşmışlarsa, bir arabuluculuk anlaşma belgesi düzenleyebilirler. Anlaşma belgesi düzenlenip düzenlenmeyeceğine taraflar serbestçe karar verebilirler. Zira Kanun’da arabuluculuk anlaşma belgesinin düzenlenmesine ilişkin bir zorunluluk bulunmamaktadır. Ancak arabuluculuk anlaşma belgesi düzenlenmemesinin bazı sakıncaları vardır. Örneğin, anlaşma belgesinin düzenlenmemesi hâlinde, tarafların anlaşmasının kapsamı ve içeriğinin açık ve kesin bir şekilde belirlenmesi mümkün olmadığı için edimler ifa edilirken problemler yaşanabilir. Ayrıca uyuşmazlığın tarafı, icra edilebilirlik şerhi alarak anlaşma belgesinin ilâm niteliğinde belge olmasını sağlama ve buna dayanarak ilâmlı icra takibi yapma imkânından mahrum kalır. Diğer taraftan arabuluculuğa başvurunun amaçlarından biri, tarafların arabuluculuk süreci sonunda anlaşmalarını sağlayarak uyuşmazlıkları sona erdirmek ve mahkemenin iş yükünü azaltmak-tır. Anlaşma sağlanmasına rağmen anlaşma belgesi düzenlenmemesi ise, tarafların anlaşmasının kap-samının belirlenmesi, bunun içeriğinin nasıl ispat edileceği, mahkemeye başvurulmasının mümkün olup olmadığı gibi bazı hususlar bakımından başka ihtilafların çıkmasına neden olabilecek niteliktedir. Bu nedenle, başka ihtilaf konularının ortaya çıkmasına engel olmak amacıyla, kanun değişikliği yapılarak Kanun’a, arabuluculuk süreci sonunda anlaşma sağlanması hâlinde, anlaşma belgesinin düzenlenmesinin zorunlu olduğuna ilişkin bir hüküm konulması yerinde olur.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"31 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141011693","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"THE ISSUES OF SCOPE AND LEGAL STATUS IN WTO – IMF CONSULTATIONS","authors":"Mustafa Göker","doi":"10.54704/akdhfd.1439203","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1439203","url":null,"abstract":"In designing the international economic governance system after the Second World War, trade and finance, due to the close connection between them, were addressed as parts of a whole. A predictable and stable international monetary system was recognized as prerequisite for healthy and sustainable trade. However, these two issues were regulated under different institutional structures, by envisaging close cooperation and coordination. The International Monetary Fund (IMF), designed to be responsible for international finance and monetary issues, was established in 1944. The International Trade Organization (ITO) was designed to address international trade, while the General Agreement on Tariffs and Trade (GATT), with a limited scope, was temporarily put into implementation in January 1, 1948 to provide rapid tariff reductions until the ratification of ITO Charter. The ITO became still-born as it was not approved by national parliaments, especially the USA, and international trade continued to be regulated by the GATT. The GATT, with its unique organizational structure that gradually developed, continued its existence until the establishment of the World Trade Organization (WTO) in 1995 and hosted international trade negotiations. WTO, with more advanced legal and institutional structure, took over the functions of the GATT. Formal consultation procedures have constituted an important part of the cooperation between the GATT/WTO and the IMF in the context of the management of international trade and monetary/financial system. These procedures differ from traditional cooperation activities between international organizations and have a special character. It is regulated in a binding language as an obligation for the relevant WTO bodies to apply for consultations with the IMF on certain issues and to comply with the inputs received from the IMF. There are some points open to interpretation regarding the scope of the consultations and the binding and functional status of IMF inputs in the WTO. This study discusses the issues of scope and legal status.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":" 17","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-02","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141129952","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"ENGELLİ KADINLAR İÇİN ENGELSİZ ADALET MÜMKÜN MÜ?: ADALETE ERİŞİM HAKKI ÇERÇEVESİNDE BİR İNCELEME","authors":"A. A. Şimşek Öner","doi":"10.54704/akdhfd.1463542","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1463542","url":null,"abstract":"Günümüzde adalete adalete erişim kavramı, sosyal adalet gündemine uygun olarak, adalete uygun bir hukuki çare arayışındaki farklı dezavantajlara sahip toplumsal kesimler için adalete erişim önündeki engellerin tespitini de içerecek şekilde geniş anlamda ele alınmaktadır. Adalete erişimi bağımsız bir insan hakkı olarak düzenleyen Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’de (EHİS) engellileri irade ve tercihlerini kullanmaktan alıkoyan ve engellilerin diğerleriyle eşit şekilde adalete ve usuli güvencelere erişimlerinin engellenmesine yol açan engellilik anlayışı terk edilmiştir. Bunun yerine EHİS’in adalete erişim hakkını düzenleyen 13. maddesinin, Sözleşme’nin yasa önünde eşit tanınma hakkını düzenleyen 12. maddesiyle birlikte ele alınması önerilmektedir. Gerçekten de EHİS adalete erişimi bağımsız bir hak olarak düzenlemektedir. Bunun yanı sıra hak temelli engellilik ve toplumsal cinsiyet bakış açısıyla engelli kadınların adalete erişim hakkını güvence altına almaktadır. Öte yandan adalete erişim hakkı, EHİS dışında herhangi bir sözleşmede münferiden düzenlenmemiş olduğundan, diğer insan hakları denetim mekanizmaları tarafından ilgili sözleşmede düzenlenen adil yargılanma hakkı, bilgi edinme hakkı, yasa önünde eşitlik gibi haklardan ve onların unsurlarından yorum yoluyla çıkarsanmaktadır. Örneğin CEDAW Komitesi, 2015 tarihli 33 No.lu Genel Tavsiye Kararı’nda kadınların adalete erişimini ele almıştır. Bu çerçevede hukuk önünde eşit tanınma ve hak arama özgürlüğü çerçevesinde engelli kadınların adalete erişim hakkına ilişkin uluslararası insan hakları standartlarını EHİS’in yanı sıra Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) ortaya koymaktadır. Bu noktada EHİS’in engelliliğe yaklaşımı bağlamında engelli kadınların adalete erişiminin önündeki hukuki ve toplumsal engeller açığa çıkarılmalıdır. Hukuki ve toplumsal engellerin ise üç boyutta incelenmesi önerilmektedir. Bunlar, adalete erişim sürecinde karşılaşılan engeller, engellilik ve toplumsal cinsiyet kesişiminde hukuku etkileyen kültürel normlar nedeniyle engelli kadınların maruz kaldıkları klişeler ve ayırımcılıktır. Son olarak insan hakları ihlali anlamına gelen bu engeller karşısında devletin yükümlülükleri incelenmiştir.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":" 45","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-02","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141129918","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Güncel Yargıtay Kararları Işığında Rekabet İhlalinden Kaynaklanan Tazminat Davalarında Zamanaşımı Sorunu","authors":"Gökmen Gündoğdu","doi":"10.54704/akdhfd.1425091","DOIUrl":"https://doi.org/10.54704/akdhfd.1425091","url":null,"abstract":"Mal veya hizmet piyasalarında rekabet ihlali 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun (RKHK) m. 4, 6 ve 7 hükümleri çerçevesinde yasaklanmıştır. RKHK m. 57 hükmü ise m. 4 ve 6’da düzenlenen rekabet ihlallerini sayarak bu ihlallerin hukuki sorumluluk doğurduğunu belirtmektedir. RKHK m. 58 hükmünde tazminat davası düzenlenmiş ancak bu davaların tabi olacağı zamanaşımı konusuna yer verilmemiştir. Hâkim görüş ve Yargıtay, isabetli olarak bunun haksız fiil sorumluluğu olduğunu savunmaktadır. Bu durumda zamanaşımı konusunda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 72 hükmünün uygulanması gerekir. Bu ise zararı ve faili öğrenme tarihinden itibaren iki yıllık normal ve rekabet ihlali tarihinden itibaren on yıllık azami zamanaşımı süresinin uygulanması demektir. TBK m. 72/1 son cümlede, eylemin ceza kanunlarına göre cezayı gerektiren bir fiil olması ve bu fiil için ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmesi halinde, bu sürenin hukuk davası için de uygulanacağı belirtilmektedir. \u0000RKHK m. 4 ve 6’nın ihlali, RKHK m. 16/3 uyarınca nispi idari para cezasını gerektirmektedir. Nisbi idari para cezaları ise 5326 sayılı Kabahatler Kanunu (KK) m. 2 ve m. 16/1’de “kabahat” olarak nitelenmiş ve KK m. 20/3’te sekiz yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. Sekiz yıllık bu zamanaşımı süresinin TBK m. 72/1 son cümle atfı sebebiyle RKHK m. 57’ye dayalı açılan tazminat davalarında da uygulanması gerekir. Bu sürenin başlangıç anı ise, hâkim öğretinin savunduğu ve Yargıtay’ın uyguladığının aksine, zararın ve failin öğrenildiği tarih değil rekabet ihlalinin gerçekleştiği veya devam eden eylemlerde son bulduğu tarihtir. \u0000Rekabet ihlaline dayalı tazminat davalarında zamanaşımı konusunda mutlaka özel bir düzenleme getirilmeli ve 2014/104EU sayılı Direktif m. 10 hükmü esas alınarak en az beş yıllık bir zamanaşımı süresi tanınmalıdır. Zararın ve tazminat sorumlusunu öğrenildiği tarihte başlayacak olan bu zamanaşımı süresinin, Rekabet Kurulu’nun bu eylem için bir soruşturma açması halinde duracağı düzenlenmelidir.","PeriodicalId":504786,"journal":{"name":"Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"43 10","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-03-27","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140377088","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}