{"title":"Human Conception in Education in the Context of Mulla Sadra's Theory of Substantial Motion (al-Haraka al-Jawhariyya)","authors":"A. Özalp","doi":"10.35415/sirnakifd.1322961","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1322961","url":null,"abstract":"Düşünce geleneğinin kadim konularından biri olan hareket hakkındaki tartışmalar bütün varoluşa olduğu gibi insana ilişkin tasavvurlara da kapı aralar. Bu sebeple hareketin neliğine dâir her sorgulama, mevcudiyetini hareketin sürekliliği içinde gerçekleştiren insanın da mahiyetini ortaya koyan daha geniş çerçeveli cevaplara açılır. Aristo’dan beri felsefe tarihine egemen olan “cevherin (tözün) değişmezliği”, başka bir ifadeyle “arazın (ilintinin veya ilineğin) hareketi” düşüncesi üzerine inşa edilen hareket teorileri açısından bakıldığında insan, devinim halinde olan ama özünde değişim olmayan ve hareket ettiricisi dışarıda aranan bir nesneyi işaret eder. Mollâ Sadrâ’nın hareketin bizzat varlığın cevherinde gerçekleştiğini savunduğu hareket-i cevherî (el-hareketü’l-cevherîyye) teorisine göre ise o, özü itibariyle de sürekli bir değişim-dönüşüm halindedir ve kendisi bu değişimin hem öznesi (muharrik, hareket ettiren) hem de nesnesidir (müteharrik, hareket eden). Zira İslâm filozofları ekseriyetle hareketin sadece kemiyet (nicelik), keyfiyet (nitelik), mekân ve konum olmak üzere dört kategoride gerçekleştiğini ileri sürerken Mollâ Sadrâ hareket ve değişimin bizzat cevher kategorisinde vukû bulduğunu savunur. Buradan yola çıkarak Sadrâ’nın hareket-i cevherî teorisi çalışmamızda eğitim olgusu ve insan tasavvuruna katkıda bulunmak amacıyla bir imkân olarak benimsenmektedir. Filozofumuzun söz konusu doktrini yer yer onun düşünce dünyasındaki diğer telakkileriyle birlikte analiz edilmekte ve eğitim perspektifi açısından yorumlanmaktadır. Dolayısıyla elinizdeki metin bir ispat veya tahkik çalışması değil, bir tespit ve tevil çabasının ürünüdür. Bu maksatla sınırlandırılmış bir çizgiden bakıldığında eğitim bakış açısından tahlile tabi tutulabilecek mevzuların ve ulaşılabilecek sonuçların şu şekilde olacağı söylenebilir: Mollâ Sadrâ düşüncesinde, hareket eden cevher kendi kendini hareket ettiren ontolojik bir gerçekliktir. İnsan nefsi de bir cevherdir ve dolayısıyla hareketlidir, hareketinin öznesi de yine kendisidir. Eğitim ufkundan değerlendirilecek olursa bu yaklaşım insanın köklü/metamorfik dönüşümünün olanağını ve dinamik/proaktif insan tasavvurunu problematik bakışın odağına yerleştirir. Müteharrik (hareket eden, eğitimin nesnesi), muharrik (hareket ettiren, eğitimin öznesi) gibi konuları belirginleştirmesi muhtemel bu odaklanmanın böylece eğitimin illiyet ilkelerinden en az ikisini ifşa etmesi de mümkündür: Fâil (özne) ve madde (nesne). Hareket eden ve hareket edenin aynîleştiği hareket-i cevherî bağlamında işte bu özne ile nesne aynı kişidir. Dış faktörler ise hazırlayıcı, destekleyici olmalarının dışında bir payeye sahip değildir. Yani eğitimde; eğiten ve eğitime muhatap olan, kişinin kendisidir; öğretim ve öğretmen gibi harici unsurlar hakiki anlamda bir olduran değildir. Bu bağlamda eğitim kendinde oluş, oluşa gelme ve kuvve ile fiilin aynı anda bulunması hasebiyle bir birikmedir. Öğretimin/pedagojinin mutlaklaştırıldığı günümüz hâkim eğitim yakl","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-08-13","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"47855114","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Hanefi Usûl-ı Fıkhı’nın Müşterek ve Müşkil Dil Kategorilerinin Bir Mukayesesi","authors":"A. Topal","doi":"10.35415/sirnakifd.1258792","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1258792","url":null,"abstract":"The linguistic categories (aqsām al-lafẓ) of Islamic Jurisprudence (Uṣūl al-Fiqh) have recently become a source of interest to both Arabic linguists as well as scholars of Islamic Law. There seems to be a widespread tendency, however, among contemporary scholars to approach to them without any concern to highlight aspects where they are similar to, or different from, each other, unless such a comparison was already made in classical manuals of Islamic Jurisprudence, even where the occasion demands the otherwise. One such occasion concerns muštarak and muškil, the two linguistic categories that fall under the first and the second linguistic categorizations respectively. While uṣūlīs compare muštarak with its co-subcategories (e.g. khāṣṣ) and muškil with its co-subcategories (e.g. khafī), they do not compare muštarak and muškil with each other despite the striking similarities between them. These similarities might compromise the integrity of the linguistic categorization due to the seeming existence of two separate categories for what appears to be the same concept. Therefore, there is a need to analyze the two categories in a comparative way to establish the nature of the relationship between the two, which is an issue, to the best of my knowledge, that has never been addressed in the previous literature, thus constituting an important gap that needs to be filled. The need to fill this gap becomes more urgent as the contemporary works that discuss muštarak and muškil define these two categories almost identical, sometimes even providing the same examples for each one of them, without noting the nature of the difference between them, which epitomizes the degree of misunderstanding which this gap in the classical literature can lead to today. In an attempt to fill this gap, this paper provides, for the first time, a comparative analysis of muštarak and muškil. Falling back upon classical manuals of Islamic Jurisprudences within the Ḥanafī school, the present work argues that the difference between muštarak and muškil is that in the case of muškil, the assigned meanings of a given ambiguous expression has not yet thought through and requires two types of inquiries, namely ṭalab, which is to list the assigned meanings in use, and taʾammul, which is to determine which one of the assigned meanings of the ambiguous expression is meant on a given speech/writing occasion. However, in the case of muštarak, the assigned meanings of a given ambiguous expression have already been worked out and therefore are already known by the addressee(s) on a given speech/writing occasion, thus requiring only the inquiry of taʾammul. Therefore, this paper further argues that after its meanings in use are determined through taʾammul, muškil turns into muštarak. In this regard, muškil expression can be said to be an earlier version of muštarak, just as muštarak can be referred to be an earlier version of muʾawwal after one of its assigned meanings are preponderated upon thr","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-06-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69799409","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Endülüslü Bir Usulcü; İmâm Şâtıbî’nin Tasavvufa ve Bazı Tasavvufî Meselelere Bakışı","authors":"Ahmet Az","doi":"10.35415/sirnakifd.1253433","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1253433","url":null,"abstract":"Hicrî VIII. yüzyılda Endülüs’te yetişen meşhur âlimlerden biri olan Şâtıbî, genelde fıkıh, fıkıh usulü ve makâsıd teorisi (İslâm hukuk felsefesi) yönüyle tanınsa da o aslında çok yönlü bir âlimdir. Bu büyük mütefekkir, yaşadığı dönemde sonradan ortaya çıkan bozuk dinî telakkilere karşı çıktığı için bidat ehli fırkaların sert tepkisiyle karşılaşmış, hatta bazı zamanlar Ehl-i sünnet karşıtı olmakla dahi suçlanmıştır. Onun, fıkıh usulü ve şeriatın zahiri hükümleri açısından değerlendirmeye aldığı olgulardan birisi de tasavvuf ve kendilerini mutasavvıf olarak tanıtan bazı çevrelerin sözde tasavvufî telakkileridir. Tasavvufun ve tasavvufî düşüncenin İslâm’ın temel dinamikleriyle ve şeriatın istinbât yöntemiyle bağdaşmayan yaklaşımlarını ciddi şekilde eleştiren Şâtıbî, bu tür bozuk anlayışların, sonradan gelen bidat ehli fırkalar tarafından tasavvufa sokuşturulduğunu ifade etmekte ve bunların, şeriat ehlinin maksadını anlamaktan aciz cahiller grubu olduklarını belirterek, bu tür uygulamaları selef-i sâlihin zamanında bulunmayan sonradan uydurulmuş bidatler kategorisinde değerlendirmektedir. Aslında Şâtıbî, tasavvufu bir bütün olarak reddetmemektedir. Onun şiddetle karşı çıktığı husus, şerî bir temele dayanmayan, şerî usullere ters düştüğü halde tasavvuf adı altında keşf ve ilhâma dayandırılan birtakım bâtıni telakki ve uygulamalardır. Bu yüzden fıkıh usulü açısından önemli bir konuma sahip olan el-Muvâfakât ve el-İ’tisâm adlı eserlerinde tasavvufa dair detaylı bilgiler vermekte ve selef tasavvuf anlayışının mahiyeti hakkında ancak tasavvuf klasiklerinde bulabileceğimiz birçok meseleye işaret etmektedir. Ayrıca yaşadığı dönemde ciddi tartışmalara konu olan manevî yolculukta mürşidin gerekliliği mevzusuna da değinen Şâtıbî, dönemin meşhur âlim ve sûfîlerine mektuplar yazarak, gerek talim yönünden gerekse terbiye açısından mürşidin gerekliliği meselesine açıklık getirmiştir. Tasavvufun tanımını yaparken Ebü’l-Kâsım en-Nasrâbâdî’den alıntı yapan Şâtıbî, tasavvufu: “Kitâp ve sünnete iltizâm, bidatleri ve hevâ-i nefsi terk, bu taifenin büyüklerine hürmet, insanları (eksiklik ve kusurlarında) mazur görmek, evrâda devam etmek, ruhsatlara ve tevillere tevessül etmekten uzak olmaktır, şeklinde tanımlar. Şâtıbî, bu tariften yola çıkarak tasavvuf ehlinin, şer-i şerife bağlılıkta ve bidatlerden uzak olma konusunda en hassas kimseler olduğunu ifade etmektedir. Ona göre sûfilerden bâtıl fırka ve gruplara mensup kimselerin bulunmaması onların bu hassasiyetlere sahip, dini talim eden âlim ve fakih kimseler olmalarıyla alakalıdır. Onlarla ilgili aksine nakledilen haberleri ise onlardan olmayan bidat ehli kimselerin irtikâp ettikleri ve şeran fasit olduğu açık olan bazı amellerin onlara nisbet edilmesinden ibaret olduğunu savunur. Zira onun düşüncesinde ehl-i tarik sûfiler, hakikat, zevk ve ehl-i hâl kimselerdirler ve bunlar gerçekte tevhid sırrının sahibidirler. Ayrıca bazı cahillerin, şer-i şerîfe ittiba noktasında sûfileri mütesâhil olmakla suçladıklarını belirten Şât","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-06-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69798949","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Yüksek Öğretime Geçiş Sınavında Çıkan DKAB Sorularının Ortaöğretim DKAB Öğretim Programı Çerçevesinde Analizi","authors":"Yakup Uzunpolat, Ahmet Çakmak","doi":"10.35415/sirnakifd.1238954","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1238954","url":null,"abstract":"Türkiye’de üniversitelere merkezi sınav sistemi ile girilmektedir. Bu sınavlarda matematik, Türk dili ve edebiyatı, coğrafya, fizik gibi birçok dersten sorular üniversite adaylarına yöneltilmektedir. 2013 yılında üniversite sınavlarında din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersinden de soru sorulmaya başlanmıştır. Yükseköğretim kurumları sınavı adı altında dil sınavı hariç iki sınav yapılmaktadır. Bu sınavlar Temel Yeterlik Testi (TYT) ile Alan Yeterlik Testi (AYT) sınavlarıdır. TYT’de DKAB dersinden 5 soru çıkmaktadır. AYT’de ise DKAB dersinden 6 soru çıkmaktadır. Üniversite sınavında toplamda yılda 11 soru sorulmaktadır. Üniversite sınavlarında DKAB derslerinden soru sorulması gayr-i müslim öğrencilerin muafiyetleri ve mezhep farklılıkları nedeniyle çeşitli tartışmalara neden olmuştur. DKAB dersi yaklaşık yarım asra dayanan tecrübesi ile Türkiye’de zorunlu olarak ilkokul dördüncü sınıftan itibaren on ikinci sınıfa kadar haftada iki saat okutulmaktadır. DKAB dersi amacı, içeriği, mecburiyeti gibi birçok açıdan hem ulusal hem de uluslararası düzeyde tartışılmış ve tartışılmaya da devam etmektedir. Bu tür tartışmalar ortaöğretim DKAB öğretim programının kendini geliştirmesine ve ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap üretebilmesine imkân tanımaktadır. Bu çalışmada ise üniversite sınavlarında çıkan DKAB sorularını çeşitli yönleriyle analiz ederek DKAB dersi ile ilgili tartışmalara katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Bu araştırmada dersin felsefesi ve yaklaşımı; öğretim programlarından, ders kitaplarından, öğretmen yetiştirme politikalarından okunabileceği gibi üniversite sınavlarına yansımasından da okunabileceği varsayımıyla hareket edilmiştir. Çünkü üniversite sınavında aday Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından belirlenen öğretim programlarındaki kazanım ve açıklamalardan sorumlu olmaktadır. Bu çerçevede araştırmanın problem cümlesi “Üniversite sınavlarındaki DKAB soruları ile ortaöğretim DKAB öğretim programı arasında nasıl bir ilişki vardır?” şeklinde belirlenmiştir. Araştırma nitel araştırma yöntemlerinden durum çalışması desenine göre tasarlanmıştır. Ortaöğretim DKAB öğretim programının YKS sorularına yansıması bir durum olarak belirlenmiş, bu çerçevede analizler yapılmıştır. Araştırmanın kapsama alınan soruları ise 2019 ila 2022 yılları arasında çıkan 44 DKAB ders sorusu oluşturmaktadır. Veri analiz sürecinde şu adımlar sırayla takip edilmiştir. Öncelikle sorular araştırmacılar tarafından birkaç kez okunmuş ve birbirlerinden habersiz bir şekilde sınıf, ünite, amaç ve YBT dağılımları yapılmıştır. Sonrasında araştırmacılar bir araya gelerek bu dağılımlar karşılaştırılmıştır. Mutabık kalınarak dağılımlara son şekli verilmiştir. Sonrasında soruların özellikleri sayısallaştırılarak SPSS programına aktarılmış ve frekans ve yüzde analizleri gerçekleştirilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre TYT’deki DKAB soruları sınıflara göre orantısız dağılmaktadır. Ancak AYT’deki soruların sınıflara göre normal dağılmaktadır. Ortaöğretim DKAB öğretim programın","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-05-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69798345","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Tanrı’ya Bağlanma ve Tanrı Algısının Psikolojik İyi Olma Hali Üzerindeki Etkisini İncelemeye Yönelik Bir Araştırma: Kronik Hastalığı Olan Bireyler Örneği","authors":"Fatma SAĞLAM DEMİRKAN","doi":"10.35415/sirnakifd.1255773","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1255773","url":null,"abstract":"Worldwide population growth, inadequate and unhealthy living conditions and others cause an increase in the number of chronic patients. Chronic diseases generally consist of cardiovascular diseases, cancers, diabetes, stroke and chronic respiratory diseases. Although chronic diseases usually develop due to advancing age, they can sometimes be seen at young ages. For example, air polluted by industrial wastes can cause respiratory diseases in children. These diseases progress slowly and require regular and continuous treatment and care. In addition, the number of individuals with chronic diseases increases day by day due to the increase in the population. With the increasing number, the chronic disease requiring treatment throughout life also increases the share of the budget allocated to health, and this creates a burden on the state. \u0000The treatment process does not only consist of drug therapy. In addition to drug treatment, psychoeducation is applied to the patient by specialists. In other words, the patient is informed about the conditions that may cause the disease, what to pay attention to and how the disease may affect his life. Because high mortality rates due to chronic diseases can negatively affect the psychological health of patients. Patients are informed about the ways of coping with the problems brought about by the disease and psychological support is provided to them as necessary. If a psychopathological condition has developed due to the disease, a psychological treatment is initiated for the patient. To the extent that the patient gives consent, moral support practices can also be used during the treatment process. Here, a holistic approach to the patient's problems is important for patient health. According to the World Health Organization's (WHO) definition of health, \"health is not merely the absence of disease or infirmity, but a state of complete physical, mental and social well-being\". As can be understood from the definition, health is a state of complete physical, mental and social well-being of the individual. This state of well-being appears in the form of subjective well-being and psychological well-being. According to Ryff, psychological well-being is the state of being aware of the fact that a person with a complex structure is a whole and that he has his own responsibility to protect, maintain and improve his well-being in this whole. \u0000This research is carried out to determine whether Attachment to God and Perception of God have an Effect on Psychological Well-being. For this purpose, adult individuals with chronic diseases were included in the study. The research sample consists of 304 individuals residing in different provinces of Turkey and having chronic diseases. The age range of the sample is between 32 and 72 and the mean age is 47.98. Since the survey method and survey technique were used in this research, this research has the nature of a field research. In the research, God Attachment Inventory, God Perce","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-05-29","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"48196798","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Ümmet Kavramı Çerçevesinde İdeal Davetçi Tipolojisi: Tefsirü’l-menâr Örneği","authors":"Mehmet Emin Şahi̇n","doi":"10.35415/sirnakifd.1258585","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1258585","url":null,"abstract":"Kur'an-ı Kerim'de 64 yerde geçen Ümmet kavramı farklı şekillerde kullanılmıştır. Kavram sözlük anlamı olarak aynı yöne yönelmiş olanı ifade etmektedir. Istılah olarak ise, aynı inanç etrafında birleşen topluluğa işaret etmektedir. Abduh bir müfesir olarak hem ümmet kavramı hem de ona bağlı olarak davet ve davetçi profili hakkındaki görüşlerini Âl-i İmrân sûresi 104. âyeti bağlamında adına telif edilen tefsir eserinde zikretmiştir. Olusturduğu içtimaî tefsir ekolüne uygun olarak konuya dair malumatları toplumsal bir düzlemde sunmaktadır. Bu bağlamda Allah'ın varlığına, kendi ve evren üzerinde eleştirel bir yöntemle düşünen bireylerin inanacağı tevhid ilkesi doğrultusunda bir araya gelerek ortak amaç, inanç merkezli bir ümmet meydana getireceklerini dillendirmiştir. Bu bilinçli topluluğun en önemli vasfı ise iyilik konusunda birbirlerine tavsiyede bulunmaları, kötülük mevzuunda ise sakındırma gayretleridir. \u0000 XIX.yüzyılın ortalarında müfessirin yaşadığı dönemde hem islam toplulukları hem de özelde Abduh’un doğup yaşamını sürdüğü Afrika kıtasının kuzeydoğusunda bulunan mısır’da Müslümanlar batı toplumunun ekonomik, kültürel gerisinde kalmışlardır. Müellif Abduh ve çağdaşı islam âlimleri islam dünyasının bu geri kalmış ruhundan sıyrılıp, kendisne yakışan bir konuma erişmesi için çabalamışlardır. Bu bağlamda öncelikle Müslümanların kendileri dışındaki milletlere göre geri kalmalarının nedenlerini belirlemeye dönük incelemelerde bulunmuşlardır. İkinci olarak ise var olan olumsuz durumdan uzaklaşıp, onun yerine siyasi, iktisadi, kültürel yönleryle ilerlemiş bir toplumu inşa etmek için takip edilmesi gereken yöntem hususunda görüşlerini sunmuşlardır. Müellifin bu yöndeki gayretleri İçtimaî tefsir ekolünün kurulmasında etkili olmuştur. Zira bu akımın temel hedefi toplumu ıslah etmedir. Bu bağlamda islamı benimseyen, onun yeryüzünde hak ettiği konuma erişmesini hedef edinen her birey zikredilen gayeyi gerçekleştirme hususunda doğal bir neferdir. Dolayısıyla İslam itikadını özümseyen kişinin, kendisi ve içinde yaşadığı topluma dair yapacağı önyargılardan bağımsız durum tespiti, ıslah hareketinin birinci mertebesini oluşturmaktadır. Nitekim islam bilincine sahip olan ferdin ilk etapta Kur’ân’ın indiği toplumun olumlu-olumsuz özelliklerini tarihin verileri ışığında objektif şekilde irdelediği takdirde onları medenileştiren ilahi kitabın bunu nasıl yaptığı hakkında da ön kabüllerinden bağımsız bir değerlendirmeye erişecektir. Bu bakımdan Kur’ân’ın muhatap aldığı cahiliyet olarak isimlendirilen toplumu, insanlar için üstün bir ümmet kılma sürecini özümseyecektir. İlahi hitabın gerçekleştirdiği bu tarihi hakikat doğrultusunda günümüzde de vahyin öncülüğünde hem bireyin kemale erişmesi hem de Müslüman milletlerin olgunluk seviyesini yakalayabilecekleri bir program ve hedefe sahip olacaktır. \u0000 Yukarıda zikredilen Fert ve ümmet düzeyindeki bu sıçrayışın temel saiki Kur’ân vahyi ile aracısız adeta peygamberin dilinden ilk kez inzal oluyormuşçasına can kulağıyla dinl","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-05-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"48756690","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"An Evaluation of Muînüddîn Chishti's Sufi Influences in the Indian Subcontinent: The Case of Chishti Tariqa","authors":"Vahit Göktaş, Saeyd Rashed Hasan Chowdury","doi":"10.35415/sirnakifd.1244284","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1244284","url":null,"abstract":"This article aims to analyse the importance and effects of Mu'in al-Din Chishti and the Chishti tariqa in the Islamic world, in the spread of Islam, and the construction of the basic structure of Islamic civilisation and culture. In the article, the thoughts and ideas of Mu'in al-Din Chishti about Sufism are discussed. Mu'in al-Din Chishti is a scholar and a sufi figure. He is the founder of the Chishti sect and one of the most famous names in the Indian subcontinent. In addition, Mu'in al-Din Chishti has come to the forefront as a person who runs to help people in every way in social life. Mu'in al-Din Chishti was given titles such as the Sun of India and the Spiritual Sultan of India due to his influence in India. The essential condition of the Chishti sect is adherence to the Shari'a. According to him, a person cannot enjoy Sufism without Sharia. In this article, the issues such as Mu'in al-Din Chishti's life, scientific personality, works, influences, and mystical views have been discussed.","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-05-23","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"47716690","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"FIKHÜ’L-HADİS BAĞLAMINDA NAMAZDA ELLERİN BAĞLANMASIYLA İLGİLİ RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ","authors":"Murat Mi̇rzaoğlu","doi":"10.35415/sirnakifd.1256597","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1256597","url":null,"abstract":"İslam dininin Kur’an’dan sonra ikinci kaynağını Hz. Peygamber’in söz fiil ve takrirleri teşkil etmektedir. Fıkhî hükümler için bir kaynak ve delil oluşu itibarıyla çeşitli ekoller fıkhî çıkarımlarda bulunurken mutlaka Hz. Peygamber’in sünnetini baz almışlardır. Bir fıkıh terimi olarak sünnet kelimesi, literatürde farz ve vacip olmayan fiiller için kullanılmaktadır. \u0000Hz. Peygamber’in namaz kılarken taabbudi olarak yaptığı fiiller çeşitli hadis eserlerinde geçmektedir. Onun namaza dair rivayet edilen hadislerinden biri de kıyamda iken sağ eliyle sol elini tutmasıdır. Bu çalışmada namazda ellerin bağlanması ile ilgili rivayetler fıkhü’l-hadis bağlamında değerlendirilmektedir. İlgili hadislerin, tasnifdeki yerleri ve sıhhat açısından değerleri ve ravilerin cerh ve tadil açısından tenkide tabi tutulmaları gibi teknik bilgiler öncelikli olarak ele alınmaktadır. Fıkıh mezheplerinin konuya dair referans aldıkları hadisler ve inşa ettikleri hükümler eleştirel bir bakış açısıyla ortaya konmuştur. Rivayet metinlerinde Hz. Peygamber’in namazı kılma şekline dair bir çok bilgi aktarılmaktadır. Bu çalışmada Hz. Peygamber’in, namazda ellerini bağlarken ellerini nereye koyduğuna dair rivayetlerde geçen bilgilerden ziyade, namazda el bağlamanın olup olmadığı değerlendirilmektedir. Rivayetlerin çokluğu sebebiyle ilk üç asır değerlendirmeye tabi tutulmuş ve sadece merfu hadisler incelenmiştir. Aralarındaki benzerlik sebebiyle bazı mürsel rivayetler de sened tenkidi yapılmaksızın yeri geldikçe zikredilmiştir. Rivayetlerin senedlerinde adları geçen raviler, bütüncül bir bakış açısı elde etmek için sened ağında gösterilmiştir. Cerh ve tadil lafızları belirtilerek ravilerin güvenilirlikleri, tabakat kitapları incelenerek ortaya konmuştur. Böylece bu çalışma, hadisler ve fıkhî görüşler analiz edilerek tümevarım yöntemi ile şekillenmiştir. \u0000Fıkhî mezheplerin çoğunluğuna göre namazda iftitah tekbirinden sonra sağ elin sol elin üzerine konulması sünnettir. Cumhurun dışında kalan Mâlikî mezhebinde farz ve nâfile namazlarda ellerin durumu ile ilgili farklı hükümler mevcuttur. Buna göre farz namazlarda ellerin bağlanması mekruh, nafile namazlarda ise kıyamın uzaması durumunda dinlenmek maksadıyla caiz görülmüştür. Cumhur, görüşünü temellendirirken çalışmamızda da ele aldığımız bir takım hadisleri delil olarak zikretmiştir. Mâlikî mezhebinde ise merfu hadislerden ziyade mezhebin kurucusu Mâlik b. Enes’e isnad edilen görüşler baz alınarak temellendirme yapılmaktadır. Oysaki Mâlik b. Enes’in Muvatta’ adlı eseri incelendiğinde namazda ellerin bağlanması gerektiğine dair iki tane rivayete yer verildiği görülmektedir. Bu durumda Mâlikî mezhebinin savunduğu görüşte bir çelişki olduğu anlaşılmaktadır. Elde edilen bulgular, bu tutarsızlığın iki sebebi olabileceğinin olabileceğini göstermektedir. Birincisi, Mâlik’in, Muvatta’ adlı eserinde rivayet ettiği hadislerle uyuşmayan bazı uygulamalar geliştirmesidir. Öyle ki söz konusu tutarsızlığı nedeniyle Mâlik, zaman zaman eleştirilerin odağ","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-05-20","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69799007","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Dijital Çağın İnanç Problemi: İnanç Göçebeliği","authors":"Fikrullah Çakmak","doi":"10.35415/sirnakifd.1245524","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1245524","url":null,"abstract":"Bu makalede teknolojinin en yoğun şekilde hissedildiği dijital çağda dinden çıkma veya din değiştirme olarak ifade edilen inanç problemleri irdelenmektedir. Ayrıca söz konusu inanç problemlerinin altında yatan sebepler yorumlayıcı araştırma tekniği ile belirlenerek problemlerin dijitalleşme ile olan ilişkisi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Dijital çağ enformasyonun ve iletişimin web 1.0, web 2.0 ve web 3.0 teknolojileriyle birlikte insan hayatına yoğun bir şekilde girmesi olarak ifade edilebilir. Web 2.0 teknolojileri kullanıcılar arasındaki kolektif zekayı ifade ederken web 3.0 teknolojileri ise yapay zekanın insan yaşamına dahil olması olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu teknolojiler bireylerin duygu, düşünce ve davranışlarında oluğu gibi inanç dünyalarında da etkili olmuştur. Yapılan araştırmalar modernleşme ile başlayan dinden çıkma ve din değiştirme hareketlerinin dijital çağda farklılaştığını ve ivme kazandığını göstermektedir. Bu durum inanç değişikliği hareketlerinin dijitalleşme kavramları üzerinden yeniden okunması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Dijitalleşmenin birey üzerindeki etkisi noktasında literatürde iletişim, psikoloji, sosyoloji ve ilahiyat temelli çalışmalar bulunmaktadır. Özellikle ilahiyat temelli yapılan çalışmalar modernleşme ve sekülerleşme üzerine yoğunlaşmıştır. Bu çalışmalarda sanayi devrimi ile başlayan modernizmin dini hayata etkisi üzerine yoğunlaşılmış ve dijitalleşme bu çalışmalarda bir alt başlık olarak düşünülmüştür. Yine inanç değişikliği hareketleri sekülerleşme üzerinden okunmuştur. Ancak modernleşme ile başlayan dini hayattaki problemler dijitalleşme ile farklı bir boyut kazanmıştır. İnanç hareketleri de burada önemli bir yer tutmaktadır. Dijitalleşme üzerine yapılan iletişim, sosyoloji ve psikoloji temelli çalışmalarda toplumu ve bireyi anlamak için dijitalin ortaya çıkardığı kavramlar kullanılmıştır. Benzer okumanın inanç hareketleri üzerinden de yapılması gerekir. Çünkü dijitalleşme sürecinde insan başlangıçta süje konumunda iken, zaman içerisinde hem süje hem de obje olarak konumlanmıştır. Böylece dijital, nesneleri ve insanlığın tamamına yakınını kendi kitlesi olarak belirlemiştir. Bundan dolayı dijital çağda inanç hareketlerinin daha iyi tanımlanması, altında yatan sebeplerinin daha iyi irdelenmesi için dijitalleşmenin oluşturduğu kavramlar üzerinden yeniden okunması gerekir. Bu noktada çalışmamızda söz konusu inanç temelli hareketler dijitalleşmenin oluşturduğu kavramlar üzerinden okunmuş ve bu hareketler “inanç göçebeliği” adı verilen yeni bir kavramla tanımlanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde dijitalleşmenin ne anlama geldiği, ne gibi kavramlar ürettiği üzerinde durulmuştur. Daha sonra dijitalleşme ile birlikte değişen veya yeni ortaya çıkan inanç problemi ele alınmıştır. Din değiştirme olarak ifade edilen söz konusu inanç problemi inanç göçebeliği olarak tanımlanmıştır. İnanç göçebeliğinin dijitalleşme ile ilişkisi üzerine durulmuş, dijitalin oluşturduğu göçebe davranışın inançta nası","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-05-14","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"49290500","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
{"title":"Fiqh Measures and Sanctions Against Domestic Violence","authors":"Adem Yeni̇doğan","doi":"10.35415/sirnakifd.1234144","DOIUrl":"https://doi.org/10.35415/sirnakifd.1234144","url":null,"abstract":"Fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik çeşitleriyle karşımıza çıkan kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasıyla ilgili modern toplumların çabaları dikkat çekmektedir. Tüm bu çabalara rağmen kültürel veya dinsel etkilerle problemin devam ettiği gözlemlenmektedir. Bu sebeple modern hukuk gibi fıkhın aile içi şiddeti önlemedeki önleyici tedbirleri ve mağdura verdiği hakların tespiti önemlidir. \u0000İslâm hukukunda eşlerin sorumluluklarına bakıldığında kadına yönelik her türlü şiddeti önleyici tedbirin alındığı söylenebilir. Eşlerin birbirlerini tanımalarının vesilesi olan nişanlılığın meşruiyeti ve evliliği bitirirken dahi eşlerin aralarında ihsanı unutmamaları tavsiyesi bu düzenlemelerin örneklerindendir. Esas itibariyle fıkhın bütün aile kuralları aile içi şiddete yönelik düzenleyici fonksiyonlar içermekteyse de bu çalışmada fonksiyonu itibariyle ön plana çıkan hükümler işlenmiştir. Bu bağlamda kocaya yüklenen nafaka sorumluluğunun ekonomik şiddeti; kocanın eşine hoş muamelede bulunması gerekliliğinin psikolojik ve fiziksel şiddeti; cinsel yetersizlik durumunda şahsın evlenmemesi gerekliliği kısmen cinsel şiddeti önleyici tedbir olarak sunulabilir. Bu tedbirlere rağmen erkeğin kadına yönelik şiddetin herhangi birini sergilemesi durumunda kadına hukukî haklar verilmiştir. Bu bağlamda kocanın iktidarsızlığı sebebiyle boşanmak için kadına mahkemeye başvurma hakkı verilmesi cinsel şiddetle karşılaşan kadının hukukî hakkı; kocanın nafaka yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle mahkemeye başvurma hakkının verilmesi ekonomik şiddetle karşılaşan kadının hukukî hakkı; Mâlikîlerin şiddetli geçimsizlik ve kötü muâmele sebebiyle kadının başvurusu üzerine hâkimin eşleri ayırmasının caizliği kanaatleri psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan kadının hukukî hakkı olarak gösterilebilir. Mâlikîler haricinde klasik fıkıhta görülmeyen bu yaklaşıma Hukûk-ı Âile Kararnâmesi’nin 130. maddesinde yer verilmiştir. Esas itibariyle kocaya ait olan boşama hakkının kadına verilmesinin (tefvîzü’t-talâk) meşruiyeti ve kadının kendisini boşaması için kocasına bir bedel vermesi (muhâlea) de İslâm hukukunun aile içi şiddeti önleyici düzenlemelerindendir. \u0000Sonuç itibariyle tüm bu düzenlemelerden İslâm hukukunda kocanın eşine karşı şiddetin her çeşidinden uzak durması gerektiği, aksi takdirde kadına tanınan haklar sebebiyle kocanın hukukî yaptırımla karşılaşacağı anlaşılmaktadır. Bahse konu düzenlemelere bakıldığında İslâm hukukunun modern hukuklar gibi aile içi şiddeti önlemede gerekli yasal düzenlemeleri yaptığı görülmektedir.","PeriodicalId":33450,"journal":{"name":"Sirnak Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.1,"publicationDate":"2023-05-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69798502","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}